Neo-Gotik

19. yy, Avrupa için sömürgeciliğin artık iyice yerleştiği, öncesindeki fırtınalı sömürge edinme yarışının durulduğu bir dönemin başlangıcı olmuştur. Sömürgelerden gelen kaynakların kullanımı ve özgür düşüncenin sağladığı imkanlarla pek çok buluşlar yapılmış ve bu buluşlar 19. yy öncesinde üretimi, üretimin kapasitesini artırmıştır. Üretim kapasitesinin artması, Avrupa’da refah seviyesinin belli bir kesim için artmasını sağlamıştır. Endüstrileşme ile birlikte tarım işçisi toplum, dev fabrikalarda eşya üreten nüfusa dönüşmüştür.

Bu değişim beraberinde ciddi sorunların da doğmasını sağlamıştır. İnsanların, özgür çiftçilerden yeni feodal yöneticilerin yani sermaye sahibi zenginlerin egemenliğine girmeleri mutsuzluk yaratmaya başladı. Çok hızlı bir şekilde göç alan şehirler, tüccar ve zanaatkarlardan çok orta ve düşük gelire sahip işçi sınıfının yaşam alanlarına dönmeye başladı. Göçler, sınıfsal ayrım, fazla çalışma ve düşük ücretler toplumsal problemleri beraberinde getirdi.

1789 Fransız devriminden sonra siyasi yapının tepetaklak olması, milliyetçilik akımının yükselmesi, kültürel ortamda karmaşa yarattı. Bu dönemde romantizm akımı ortaya çıktı. Bireyler için romantizm, yaşanan sorunların daha akıldışı kavramlarla, sezgi ve duygularla bir kaçış aracı oldu.

Romantizm akımının yaygınlaştığı bu dönemde Hristiyan inancı, Avrupa’da sorunlar içinde boğulan insanları bir araya getirmede, onları düşsel ve spritüel alem ile sakinleştirmede bir araç oldu ve yeni şehir yapılaşmalarında tekrar gotik mimariye dönüş yaşandı. Ortaçağ, dönemin aydınları için bir huzur limanı gibi algılandı. Victor Hugo, Sir Walter Scott, Goethe, Chateabriand gibi yazarlar skolastik düşüncenin huzur veren doğallığı ile ilgili eserler ürettiler.

Aydınları, mimarları, tasarımcıları, edebiyatçıları ve hatta halkın kendisi bile zenginlik, ihtişam, hakimiyet sembolü olarak gördükleri Barok Sanat’a karşı ciddi tepki duymaya başladılar. Sonuç, tüm sanat disiplinlerinde gotik üslubun yeniden yorumlanması oldu.

Nasıl ki Fransa gotik üslubun öncüsü ise sanayi devriminin amirali İngiltere de neo gotik üslubun en yaygın olarak kullanıldığı ülke olmuştur. Londra’da 18. yy’da inşasına başlanan Westminister Parlamento Sarayı, neo-gotik üslubun en önemli örneklerindendir. İngiltere, bu üslubu kendi sömürgelerine de taşımıştır. 1887 yılında inşa edilmiş ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan, dünya tarihinde önemli bir yeri olan Hindistan’daki Chhatrapati Shivaji Terminus tren istasyonu bunlardan biridir.

 

Burada üzerinde durulması gereken en önemli yapı, Köln Katedrali’dir. Gotik mimarinin ilk yılları olan 1200’lü yıllarda yapımına başlanmış olan katedral, neo-gotik üslubun hakim olduğu 19.yy sonuna doğru bitirilebilmiştir. İlk ve ikinci gotik dönemleri kapsayan, biraz fazla uzun bir sürede ancak bitirilebilen bir yapı olması nedeni ile çok önemli bir yapıdır.

Edebiyat dünyasında ünlü şair Edgar Alan Poe, korku edebiyatının öncülerinden Howard Philips Lovecraft bu dönemi iyi anlatan eserler üretmişlerdir.

Ülkemizde neo-gotik üsluba ait önemli örnekler mevcuttur. En önemlisi kuşkusuz, İstiklal Caddesi üzerindeki St. Antoine Katolik Kilisesi’dir. İstanbul doğumlu İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından İtalyan neo-gotik üslupla inşa edilmiş binanın yeni hali, 1912 yılında tamamlanmıştır. Kiliseye gelir getirmesi için yanlarına inşa edilen St. Antoine Apartmaları da İstiklal Caddesi’nin ilk betonarme yapılarıdır.

Ülkemizdeki neo-gotik yapılardan en ilginci, İstanbul’da Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’dir. 19. yy başlarında gelişen milliyetçilik akımına müteakip İstanbul’un Rum Patrikhanesi’ne bağlı ortodoks Bulgar nüfusu, kendi kiliselerini kurmak isterler ancak dönemin padişahı Abdülaziz, hem Rum cemaat ile sorun yaşamamak için hem de ileride bu kilise de başına bela olur düşüncesi ile imkansız bir şart koşmaya karar verir. Kilisenin 3 ay içinde inşa edilirse yapımına izin vereceğini söyler ama Bulgar cemaat kiliseyi Viyana’da demirden döktürüp Tuna nehri üzerinden teknelerle taşıyıp yerine yerleştirirler. Hikayesi ve demirden yapılmış olması sebebiyle belki de neo-gotik üslubun dünya üzerindeki en farklı yapısıdır Sveti Stefan Bulgar Kilisesi.

İstanbul’daki diğer Neo-Gotik yansımalar, 1856 yılında İngiliz Lord Stratford Conning tarafından yaptırılan Beyoğlu’ndaki Anglikan Kilisesi, ilk toplu konut projesi sayılabilecek Maçka Palas Apartmanı, St. Benoit Lisesi, Çırağan Sarayı pencereleri, Camando mezarı, Köçek Mescidi minaresi gibi yapılar ve detaylardır.

Sveti Stefani Bulgar Kilisesi, Eyüp, İstanbul

MEHMET ÜNAL

Çayyolu Life, Mart 2014